İsa Guci

Mantık

İlm-i Mantık

( هُوَ آلَةٌ قَا نُو نِيَةٌ تَعْصِمُ مُرَاعَاتُهُ الذِّ هْنَ عَنِ الْخَطَاءِ فِ الْفِكْرِ ). İlm-i mantık kânunî bir âletdir ki, kendisine riâyet etmek zihni fikirdeki hatâdan korur.

Delaletin Kısımları

Bil-mutabaka: ( هُوَ مَا يَدُلُّ عَلَى تَمَامِ مَا وُضِعَ لَهُ ). Lafzın vazolunduğu mananın tamamı üzerine delelet etmesine denir. Mesela insan kelimesi ile hayvan-ı natık kastolunması gibi
Bit-tezammün: ( هُوَ مَا يَدُلُّ عَلَى جُزْءِ مَا وُضِعَ لَهُ ). Lafzın vazolunduğu mananın bir cüz’ü üzerine delalet emesine denir. Mesela insan kelimesi ile hayvan veya natıktan birisinin kastolunması gibi
Bil-iltizam: ( هُوَ مَا يَدُلُّ عَلَى مَا يُلاَزِمِ مَا وُضِعَ لَهُ فِى الذِّهْنِ ). Lafzın vazolunduğu mananın zihindeki lazımı üzerine delalet etmesine denir. Mesela insan kelimesi ile ilim kabiliyeti ve kitabet sanatının murad olunması gibi

Lafız

Lafız iki kısımdır; müfret olur, mürekkeb olur.

Müfret: ( هُوَ الَّذِى لاَ يُراَدُ بِا لْجُزْءِ مِنْهُ دَلاَلَةٌ عَلَى جُزْءِ مَعْنَاهُ ). Lafzın cüz’ünün, mananın cüz’ü üzerine delalet etmemesidir.(insan)
Mürekkeb: ( هُوَ الَّذِى يُرَادُ بِا لْجُزْءِ مِنْهُ دَلاَلَةٌ عَلَى جُزْءِ مَعْنَاهُ ). Lafzın cüz’ünün, mananın cüz’ü üzerine delalet etmesidir. (râmil-hicare)

Müfret iki kısımdır; küllî olur, cüz’î olur

Küllî: ( وَهُوَ الَّذِى لاَ يَمْنَعُ نَفْسُ تَصَوُّرِمَفْهُو مِهِ عَنْ وُقُوعِ الشِّرْكَةِ ). Lafzın manasını düşünmek şirket vukuundan men etmeyendir. (insan)
Cüz’î: ( وَهُوَ الَّذِ يَمْنَعُ نَفْسُ تَصَوُّرِ مَفْهُومِهِ عَنْ وُقُوعِ الشِّرْكَةِ ). Lafzın manasını düşünmek şirket vukuundan men edendir. (zeyd)

Küllî iki kısımdır; zatî olur, arazî olur.

Zâtî: ( وَهُو الَّذِى يَدْخُلُ فِى حَقِيقَةِ جُزْ ئِيَّا تِهِ ). Bir şeyin cüzlerinin hakikatine dahil olandır. (insan ve ferese nisbetle hayvan demek gibi). Bu da ya cins, ya nevi, ya da fasıl olur.
Arazî: ( وَهُوَالَّزِى لاَ يَدْخُلُ فِى حَقِيقَةِ جُزْئِيَّاتِهِ ). Bir şeyin cüzlerinin hakikatine dahil olmayandır. (insan için dâhik). Bu da ya araz-ı hâs olur, ya araz-ı âm olur.






Külliyat-ı Hams

Cins: ( وَهُوَكُلِّىٌّ مَقُولٌ عَلَى كَسِيرِينَ مُخْتَلِفِينَ بِا لْحَقَا يِقِ فِى جَوَابِ مَا هُوَ )Ma hüve’nin cevabında hakikatleri muhtelif olan şeyler üzerine cevap vaki olandır. (insan ve feres için hayvan demek gibi)
Nevi: ( وَهُوَ كُلِّىٌَ مَقُولٌ عَلَى كَسِيرِينَ مُخْتَلِفِينَ بِا لْعَدَدِ دُونَ الْحَقِيقَةِ فِى جَوَابِ مَا هُوَ )Ma hüve’nin cevabında hakikatleri değil de adetleri muhtelif olan şeyler üzerine cevap vaki olandır. (zeyd ve amr için insan demek gibi)
Fasıl: ( وَهُوَكُلِّىٌّ مَقُولٌ عَلَى الشَّيْئِ فِى جَوَابِ اَىُّ شَيْئٍ هُوَ فِى ذَاتِهِ )Eyyü şey’in hüve fî zatihi’nin cevabında bir şey üzerine cevap vaki olandır. (insana nisbetle natık gibi)
Araz-ı hâs: ( وَهُوَ كُلِّيَّةٌ تُقَالُ عَلَى مَا تَحْتَ حَقِيقَةٍ وَاحِدَةٍ فَقَطْ قَوْلاً عَرَ ضِيًّا ). Kavl-i arazi olarak sadece bir hakikatin tahtındaki fertler üzerine cevap vaki olandır. (insan için bil’fiil ve bil’kuvve dâhiklik gibi)
Araz-ı Âm: ( وَهُوَكُلِّىٌّ يُقَالُ عَلَى مَا تَحْتَ حَقَا يِقَ مُخْتَلِفَةٍ قَوْلاً عَرَ ضِيًّا ). Kavl-i arazi olarak bir çok hakikatin tahtındaki fertler üzerine cevap vaki olandır. (insan ve diğer hayvanlar için bilfiil ve bilkuvve müteneffis gibi)

Kavl-i Şârih

Had: ( قَوْلٌ دَالٌّ عَلَى مَا هِيَةِ الشَّيْئِ ). Bir şeyin mahiyeti üzerine delalet eden kavildir.
Hadd-i tam: ( وَهُوَ الَّذِى يَتَرَكَّبُ عَنْ جِنْسِ الشَّيْئِ وَفَصْلِهِ الْقَرِيبَيْنِ ). Bir şeyin cins-i karib ve fasl-ı karibinden terekküp eden kavildir. (insana nisbetle hayvan-ı natık)
Hadd-i nakıs: ( وَهُوَ الَّذِى يَتَرَكَّبُ عَنْ جِنْسِ الْبَعِيدِ وَ فَصْلِهِ الْقَرِيبِ ). Bir şeyin cins-i baîd ve fasl-ı karibinden terekküp eden kavildir. (insan için cism-i natık)
Resim: ( قَوْلٌ دَالٌّ عَلَى اَثَرِ الشَّيْئِ ). Bir şeyin eseri üzerine delâlet edendir.
Resm-i tam: ( وَهُوَالَّذِى يَتَرَكَّبُ عَنْ جِنْسِ الشَّيْئِ وَخَوَاصِّهِ اللاَّزِمَةِ ). Bir şeyin cins-i karib ve havâss-ı lazimesinden terekküp eden kavildir. (insan için hayvan-ı dâhik)
Resm-i nakıs: ( وَهُوَ الَّذِى يَتَرَكَّبُ عَنْ عَرَضِيَّا تٍ تَخْتَصُّ جُمْلَتُهَا بِحَقِيقَةٍ وَاحِدَةٍ )Tamamı bir hakikate mahsus olan arazlardan terekküp eden kavildir. (insanı tarif ederken “el insanü ennehü mâşin alâ kademeyhi arîz’ul ezfâri bâdi’l beşereti müstekîmü’l kâmeti dahhâkün bi’t tab’i”

Kazıyye

Tarifi: ( قَوْلٌ يَصِحُّ اَنْ يُقَالَ لِقَا ئِلِهِ اِنّهُ صَادِقٌ فِيهِ اَوْ كَا ذِبٌ فِيهِ ). Söyleyen için sözünde sadıktır veya kaziptir diye söylenilmesi sahih olan kavildir. Bu da tarafları itibarıyla iki kısımdır:

1) Hamliyye: ( وَهُوَ مَالاَيَنْحَلُّ طَرَفَاهَا اِلَى مُفْرَدَيْنِ ). Her iki tarafı müfret olandır
2) Şartiyye: ( وَهُوَ مَايَنْحَلُّ طَرَفَاهَا اِلَى مُفْرَدَيْنِ ). Her iki tarafı müfrede ayrılandır. Bu da ikiye ayrılır:

a) Muttasıla: İki kazıyyeden birinin sıdkı veya kizbi diğerinin sıdkına bağlı olandır.

- Lüzûmiyye: Tâlinin sıdkı mukaddemin sıdkına bağlı olandır.
- İttifakıyye: Tâlinin sıdkı mukaddemin sıdkına bağlı olmayandır.

b) Munfasıla: İki kazıyyeden birinin sıdkı veya kizbi diğerine bağlı olmayandır.

- Mâniat’ül-cemi vel’hulüv mean: İki şeyin hem cem’inde hem de hulvünde mani olmasıdır.
- Mâniat’ül-cemi fakat: İki şeyin sadece cem’inde mani bir durum olmasıdır.
- Mâniat’ül-hulüv fakat: İki şeyin sadece hulvünde mani bir durum olmasıdır.

Kazıyye nisbet itibarıyla iki kısımdır:

1) Mûcibe (Olumlu)
2) Sâlibe (Olumsuz)

Bunlardan da her bireri üç kısımdır.

1) Mahsusa: Mevzuu şahs-ı muayyen olandır.
2) Mahsûra:Kendisinde edat-ı sûr (kül, bağız) bulunandır.
3) Mühmele: Hem şahs-ı muayyen olmayan, hem de edat-ı sûr bulunmayandır.

Tenakuz

( وَهُوَاخْتِلاَفُ الْقَضِيَّتَيْنِ بِاْلاِيجَابِ وَالسَّلْبِ بِحَيْثُ تَقْتَضِى لِذَاتِهِ اَنْ يَكُونَ اِحْدَاهُمَا صَادِقَةً وَاْلاُخْرَى كَاذِ بَةً ).
İki kazıyyeden birinin sadık diğerinin kazip olmasını vasıtasız olarak iktiza etmesi haysiyetiyle îcab ve selpte iki kazıyyenin ihtilaf etmesidir. Tenakuzun tahakkuku için on yerde mutabakat gerekir: Mevzu, mahmül, zaman, mekan, izafet, kuvvet, fiil, cüz, kül ve şart.

Mûcibe-i külliyyenin nakîzı salibe-i cüz’iyye, salibe-i külliyyenin nakîzı mûcibe-i cüz’iyyedir. Tersi de geçerlidir.

Akis

( وَهُوَ اَنْ يُصَيَّرَالْمَوْضُوعُ مَحْمُولاً وَالْمَحْمُولُ مَوْضُوعًا مَعَ بَقَاءِ اْلاِيجَابِ وَالسَّلْبِ بِحَا لِهِ وَالتَّصْدِيقِ وَالتَّكْذِيبِ بِحَالِهِ ).
Kendi haline olduğu halde tasdik ve tekzip, yine kendi haline olduğu halde îcab ve selbin bekâsı ile beraber mevzuu mahmül, mahmülü de mevzu yapmaktır.

Mûcibe-i külliyyenin aksi mûcibe-i cüz’iyyedir.
Mûcibe-i cüz’iyyenin aksi yine mûcibe-i cüz’iyyedir.
Salibe-i külliyyenin aksi salibe-i külliyyedir.
Salibe-i cüz’iyyenin ise lüzûmen aksi yoktur.

Kıyas

( وَهُو َقَوْلٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ اَقْوَالٍ مَتَى سُلِّمَتْ لَزِمَ عَنْهَا لِذَا تِهَا قَوْلٌ آخَرُ ). Kavillerden (suğra ve kübradan) terekküp eden bir kavildir ki, ne zaman o kaviller teslim olunsa (kabul edilse) onların zatı için başka bir kavil (netice) lazım gelir. Kıyas iki kısımdır:

Kıyâs-ı istisnâî: Neticenin aynısı veya nakîzı bilfiil kıyasta mezkür olandır.
Kıyasın birden fazla mukaddimesi arasında tekrar eden kelimeye hadd-i evsat, neticenin mevzuuna haddi esğar, neticenin mahmulüne de hadd-i ekber denir. Kendisinde haddi esğar bulunana suğra, hadd-i ekber bulunana da kübra denir. Suğra ve kübradan meydana gelen hey’ete ise şekil denir.

Şekiller dörttür: Hadd-i evsat suğrada mahmül kübrada mevzu olursa birinci, tersi olursa dördüncü, her ikisinde de mevzu olursa üç, her ikisinde de mahmül olursa ikinci şekildir.

Kıyas-ı iktirânî: Neticenin aynısı veya nakîzı bilfiil kıyasta mezkür olmayandır. Kıyas-ı iktirani iki hamliyyeden, iki muttasıladan, iki munfasıladan, bir hamliyye bir muttasıla, bir hamliyye bir munfasıla ve bir muttasıla ile bir munfasıladan terekküp eder.

Kıyas-ı istisnâî eğer muttasıla ise; mukaddemin aynını istisna, talinin aynını netice verir. Talinin nakîzını istisna ise mukaddemin nakîzını netice verir.

Kıyas-ı istisnâî eğer munfasıla ise; iki cüzden birinin aynını istisna diğerinin nakîzını, iki cüzden birinin nakîzını istisna ise diğerinin aynını netice verir.

Sanâatı Hams

Burhan: ( وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّماَتٍ يَقِينِيَّةٍ ِلانْتَاجِ الْيَقِينِ ). İlm-i yakîni elde etmek için yakînî mukaddimelerden terekküp eden kıyastır. Yakîniyyat altıdır: Evveliyyat, müşahedat, mücerrebat, hadsiyyat, mütevatirat, kazaya kıyasatüha meaha’dır.
Cedel: ( وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ مَشْهُورَةٍ ). Meşhur mukaddimelerden terekküp eden kıyastır.
Hitabe: ( وَهُوَ قِياَسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ مَقْبُو لَةٍ عَنْ شَخْصٍ مُعْتَقَدٍ فِيهِ اَوْ مَظْنُونَةٍ ). Kendisine itikat edilen şahsın makbul mukaddimelerinden veya zannolunan mukaddimelerden terekküp eden kıyastır.
Şiir: ( وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ تَنْبَسِطُ مِنْهَا النَّفْسُ اَوْ تَنْقَبِضُ ). Nefsin hoşlandığı veya hoşlanmadığı bir takım mukaddimelerden terekküp eden kıyastır.
Muğâlata: ( وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ كَاذِبَةٍ شَبِيهَةٍ بِالْحَقِّ اَوْ بِاالْمَشْهُورَتِ اَوْ مُقَدِّمَاتٍ وَهْمِيَّتٍ كَاذِبَةٍ ). Hakka veya meşhura benzeyen kazip mukaddimelerden veya kazip vehmî mukaddimelerden terekküp eden kıyastır.